“Terörsüz Türkiye”, “barış süreci” ya da “yeni çözüm süreci”… Hangi adı tercih ederseniz edin sözünü ettiğimiz “süreç” ülkenin gündeminden düştü. Bunun birçok nedeni var.
Öncelikle siyasi iktidarın yargı eliyle CHP’yi dizayn etme çabasından vazgeçmemesi, fren yerine gaza sonuna kadar basması. 2 Eylül’de İstanbul CHP’ye kayyum atanması bunda yeni bir “ara zirve” oldu, dün Bayrampaşa Belediyesi’ne yapılan operasyon ve yarın CHP Kurultay Davası’nda yaşanabilecekler. Eğer CHP bunlara ses çıkarmamış, kaderine küsmüş olsaydı durum belki değişirdi. Ama 19 Mart’tan bu yana Özgür Özel liderliğindeki CHP pes etmiyor, yargının hamlelerine hem yine yargıyı devreye sokmaya çalışarak, ama daha önemlisi siyasetin alanını genişleterek cevap veriyor.
“Barış tek kanatlı bir kuş değildir”
İkinci neden 11 Temmuz’da bir grup PKK militanının silah yakmasından bu yana somut bir adıma tanık olmadık. Öyle ki MHP lideri Devlet Bahçeli “dayanamayıp” AKP’nin önde gelen yayın organı Sabah Gazetesi’ne röportaj verdi, “barış tek kanatlı bir kuş değildir” diyerek, adını zikretmeden Erdoğan’dan Ahmet Türk ve Ahmet Özer’e belediye başkanlıklarının iade edilmesini istedi.
Belediyelere atanmış olan kayyumların iptali ne zamandır beklenen bir adım. Nitekim Erdoğan da aylar önce “kayyum istisna olacak” demişti ama hiçbir yasal düzenleme gerektirmeyen bu sözünü yerine getirmedi. Önümüzdeki günlerde Bahçeli’nin çağrısı cevap bulacak gibi. Bunu da “kent uzlaşısı” nedeniyle yerine kayyum atanan Şişli’nin CHP’li belediye başkanı Resul Emrah Şahan’ın apar topar yolsuzluktan da sorgulanıp hakkında ikinci bir tutuklama kararı çıkarılmasından anlıyoruz.
Tahliyeler bekliyor
Bir diğer “yasal düzenleme gerektirmeyen” adım, Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ başta olmak üzere Kobani Davası tutuklularının, Osman Kavala ve diğer Gezi tutuklularının bırakılması, Can Atalay’ın milletvekilliğinin onanması. Bunları da Erdoğan’ın istemediği, olabildiğince geciktirmeye çalıştığı anlaşılıyor.
Geriye kala kala TBMM’deli Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu kalıyor. Fakat Komisyon’un ilk günlerde yarattığı heyecandan geriye pek bir şey kalmadı. Bir hafta ara verilmişti, geçtiğimiz haftaysa sendika ve meslek örgütleri dinlendi ve akıllara yer edecek hiçbir cümle duymadık.
Tabii MHP’nin önerisiyle gerçekleşecek olan komisyondan 4-5 kişilik bir heyetin Abdullah Öcalan ile görüşmesi halinde durum epey değişecektir.
Öcalan faktörü
Ama Öcalan deyince bir durup düşünmemiz gerekiyor. PKK’nın “kurucu önderi”nin örgütü silah bırakmaya ve fesihe davet edip ikna etmesi tabii ki çok kritik adımlardı; ondan başka kimsenin yapabileceği bir şey değildi. Önümüzdeki süreçte Kürt siyasi hareketinin tamamen yasal alanda örgütlenmesinin gerektirdiği büyük dönüşümün de onun öncülüğünde yaşanması da kaçınılmaz
Fakat ortada çok ciddi bir sorun var: Öcalan’ın sürecin baş aktörlerinden biri olması, Kürt kamuoyunun büyük kısmını ikna etmekte ne kadar hayatiyse, Kürt olmayan kamuoyu nezdinde de o kadar, hatta belki daha fazla sorun çıkarıyor.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Örneğin son günlerde süreç ile ilgili çok sayıda kamuoyu araştırması yapılıyor ve halkın yarısından fazlasının çözüm istediği, ama yine yarısından çoğunun bunun gerçekleşeceğine inanmadığı sonucu çıkıyor. İnanmamanın temelinde karşılıklı güven eksikliği yatıyor. Örneğin Kürt olmayan kamuoyu, yıllarca “bebek katili”, “bölücübaşı” olarak gördüğü Öcalan’a ve PKK’ya güvenmiyor. Nitekim bir araştırma şirketi süreçle ilgili soruya Öcalan’ın adını da ekleyince çözüm isteyenlerin oranının da dramatik bir şekilde düştüğünü görüyoruz.
Bahçeli faktörü
Şu anda sürecin en ciddi handikapı kamuoyu desteğinin yaygın ve güçlü olmaması. Bunda Erdoğan’ın gönülsüzlüğü ve kontrolündeki rıza üretme mekanizmalarını süreç için harekete geçirmeye yanaşmaması kilit bir rol oynuyor. Buna karşılık, Erdoğan’a kıyasla çok kısıtlı imkanlara sahip Bahçeli sadece Türk değil Kürt kamuoyuna da seslenerek karşılıklı güvensizliği gidermede önemli işler yapıyor.
Bu bağlamda sürecin selameti için, Bahçeli’ye denk gelebilecek şekilde, “öteki” kamuoyuna da seslenebilecek Kürt siyasetçilere/liderlere ihtiyaç var. DEM Parti’nin bu noktada fazla umut verdiğini söylemek mümkün değil. Kendisiyle yapılan görüşmelerde Öcalan’ın böyle bir misyona talip olduğunun işareti var ki böyle bir adım çok stratejik bir hata olur.
Demirtaş faktörü
Geriye en iyi seçenek olarak Selahattin Demirtaş kalıyor. Kısa sürede özgürlüğüne kavuşacak olan bir Demirtaş, Öcalan’ın bilgi, onay ve denetiminde bu sürecin tüm Türkiye’de meşruiyet kazanmasında çok yararlı olacaktır.
Bunun gerçekleşmesinin çok kolay olmadığını ama imkansız da olmadığını biliyorum. Sanıyorum Demirtaş da böyle bir görevi/sorumluluğu üstlenmek isteyecektir. Bunu Öcalan’ın liderliğini tehdit etmeyecek bir şekilde yerine getirebilmesi halinde muhtemel sorunları büyük ölçüde aşacaktır.
Yine sanıyorum ki Öcalan da kafasındaki yeni Kürt siyasi hareketini gerçekleştirmek için Demirtaş’a ihtiyacı olduğunu biliyor ve bunun altyapısını oluşturmaya çalışıyordur.